"Kültür Mirasımızın Envanterinin Tutulması ve Korunması", Milliyetçiler IV. İlmî Büyük Kurultayı, Yeni Bir Yüzyıla Girerken Meselelerimiz, Tebliğler [24-26 Nisan 1987], Aydınlar Ocağı, İstanbul, 1987, s. 47-50.
KÜLTÜR MİRASIMIZIN ENVANTERİNİN TUTULMASI ve KORUNMASI
Bilim alanında “kültür ve medeniyet”, beşerî alanda ve günlük dilde “eğitim”, estetik alanda “sanat”, teknolojik ve biyolojik alanda ise “üretim” adı ile anılır (Bozkurt 1974, 100).
Kültürün her alanındaki envanterinin yapılması milletin geleceği açısından şarttır. Ancak hemen hemen hiçbir envanter çalışmasının yapılmadığı veya birbirinden kopuk, kısmî ve sistematik olmayan çalışmaların yapıldığı toplumumuzda, öncelikle eğitim ve sanat konusunda envanter çalışmalarının yapılması gerekmektedir.
Kendi tarihini ve kültürünü bilmemek insanı, dolayısıyla milletleri belirsizliğe ve boşluğa sürüklemektedir. Bugün içinde bulunulan durum, bir anlamda buradan kaynaklanmaktadır. Hızla büyük bir karamsarlığa ve kültürel yok oluşa doğru gidilmektedir. Tarihte ne yaptık ki, gelecekte bir şeyler yapabilelim gibi, milletler için çok tehlikeli ve olumsuz bir düşünce yapısı topluma hâkim olmaktadır.
“Olaylar bir günde ortaya çıkmaz, onları geçen asırlardan hazırlayan sebepleri bulup aydınlatmak lâzım gelir.”
“Vatan ve memleketini seven, devlet ve milletinin bekasını isteyenler, kendi asırlarının olaylarını ve haberlerini zapt ile gelecek nesillere yâdigâr bırakırlar.”
Cevdet Paşa kültür envanterinin önemini yukarıdaki cümleleriyle belirtmektedir. Kültür envanteri, yalnızca geçmiş olayları, eğitim usullerini, sanat eserlerini ve üretim metotlarını kayda geçirmek ve tasnif etmek değildir. Evet, kayda geçirmek ve tasnif etmek önemli bir olaydır ve ilk adımdır. Ancak daha önemlisi, olayların doğruluk ve yanlışlığının gerçek sebeplerini öğrenmek, kültür faaliyetlerinin toplum ve çevre üzerindeki etkilerini tespit etmek ve bunlardan ders almaktır.
Günümüzde, komşumuz Yunanistan bütün dünyada demokrasinin ve modern dünyanın beşiği olarak kabul edilerek, tüm hırçınlığına rağmen özel bir yere konulmaktadır. Böylelikle Yunanistan her noktada pek çok millete nazaran -özellikle bize- önemli avantajlar elde etmekte, bulunduğu topraklarda daha önce var olan kültür birikimlerini çok iyi kullanmaktadır. Halbuki üzerinde yaşadığımız topraklar yani Anadolu medeniyet tarihi içinde çok daha önemli roller oynamıştır. Pek çok ilim adamının “Avrupalı ulusların kültür dünyasında görünmeleri Hititler’le başlar” demesine rağmen, millet olarak bırakalım Hititler’i, çok yakın zamanda atalarımız Osmanlılar’ın dünya toplumuna bıraktığı mirastan bile habersizdir (Cevdet Paşa 1302, 12).
Türkler fethettikleri ülkelerde hâkimiyet kurarken, mevcut kültür konusundaki anlayış ve hoşgörüsünü tarih içinde hiçbir millet göstermemiştir. Atalarımız diğer milletlerin din, dil, örf ve âdetlerine hoşgörüyle bakmışlardır. Ancak pek az Batılı yazarın dile getirdiği bu anlayış ve hoşgörüyü biz ne kadar anlatabilmiş ve kullanabilmişizdir?
Türk-İslâm topluluklarının dünya kültürü üzerinde bıraktığı izler nelerdir? Böyle bir araştırmaya girmeden önce yoğun bir kültürel envanter çalışması gerekmektedir.
Türk milleti, tarihte hiçbir millette görmediğimiz bir değişim gösterir. Bu değişim, din, dil, örf ve âdet konusunda olduğu gibi coğrafî değişim konusunda da benzersizdir. Bugün yerleşmiş bulunduğumuz Anadolu yarımadasında yaklaşık 10.000 km. uzaktaki Baykal gölü kıyılarında tarih sahnesine çıkan Türk toplulukları, zaman içinde yayılarak ve geçtiği her ülkede hâkimiyet kurarak içinde yaşadığı topraklara varmıştır. Geride ne bıraktık, hangi güç bizi başka milletler içinde eritmeden ve aktivitemizi muhafaza ederek binlerce yılda buralara kadar getirdi?
Tarihî geçmişimiz hakkında ne yazık ki hâlâ yeterli bilgiye sahip değiliz. Geçmişin yalnızca bir hikâyeler ve efsaneler dizisi olmayıp elle tutulur, gözle görülür belgeler olduğu gerçeğine hâlâ fark edemedik. Günümüzde içte ve dışta kültürümüzün belgeleri hızla tahrip edilmekte ve bugün sınırları içinde bulunan devletlere mal edilmektedir.
Günümüzden yaklaşık beş yüzyıl önce ünlü bir düşünür ve devlet adamı Machiavelli, Hükümdar adlı eserinde, “Sorunlar önceden görülürse -ki bu ileriyi görenlerin harcıdır- çözüm getirilmesi kolay olur. Hastalıklar herkesin görebileceği derecede genişlerse artık çare kalmaz” demektedir (Machiavelli 1984, 23).
Uzun yıllardır kültürel asimilasyon uygulayan komşularımıza karşı hemen hemen hiçbir şey yapmadık. Karagöz, Yunanlı oldu. Cacık/eaciki, pastırma/pastırmaki, en güzel Türk evleri, önce yöresel mimari örnekleri, sonra Bulgar evi; ta ki insanların isimleri değiştirilmeye başlanıncaya, jenosit uygulanıncaya kadar... O zaman neler olup bittiğini fark ettik, müeyyideler uygulamaya kalktık, ancak ne yazık ki, hâlâ çok geç olduğunu anlayamadan... Beş yüzyılı aşkın süredir hâkimiyetimiz altında kalan bu topraklarda bıraktığımız örf ve âdetler hakkında, kültür varlıkları hakkında yapılmış çalışmalar var mıdır? Çeşitli yazılı ve çizili belgelerden varlığını öğrendiğimiz yapılar ve eserler hakkında bir envanter çalışması yapılmış mıdır? Hatta ve hatta söz konusu yazılı ve çizili belgelerin neler olduğu araştırılmış mıdır?
Bize “barbar” diyen toplumlar, varlığını bildiğimiz kültür belgelerini nasıl yok etmişlerdir? Başta Budapeşte, Belgrad, Sofya olmak üzere bütün Rumeli şehirlerinde bulunduğunu bildiğimiz anıt yapılar nasıl ve niçin yok edilmişlerdir? Sivil mimari örnekleri niçin kimlik değiştirmiştir?
Son günlerde, Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mesut Yılmaz, Amerika Birleşik Devletleri’nde açılan Kanûnî Sultan Süleyman sergisi münasebetiyle yaptığı konuşmada, “… Biz bu sergiyi yalnızca Batılılar için değil kendi toplumumuz için de hazırladık. Çünkü milletimiz ancak Batılı’nın beğendiği ve sevdiği kültür belgelerine sahip çıkmakta, kendini öğrenmekte ve iftihar etmektedir…” dedi ve bu sergileri çoğaltarak bizi-bize tanıtacağız anlamına gelen konuşmalar yaptı.
Acınacak hatta ve hatta ağlanacak bir durum, nereden nereye, Batılı -özellikle de Amerikalı- beğenirse millet olarak nelere sahip olduğumuzun farkına varacağız.
Artan kültürel temaslar, seyahatler ve haberleşme imkânı, kültür mirasının yalnızca ait oldukları milletlerin değil, bütün insanlığın ortak malı olduğu düşüncesini ortaya çıkartmıştır. Bu görüş, giderek milletlerin kendi kendilerine neye sahibiz, neyimiz var, insanlığa ne gibi olumlu katkılarda bulunduk nevinden sorular sormasına yol açmaktadır.
Biz, Türkler insanlık tarihine ne gibi katkılarda bulunduk, neler yaptık, neler yapabileceğiz? Milletimizin bekası açısından cevap vermek zorunda olduğumuz sorular, eğer bu cevapları bizler kendimize veremezsek, korkarım gelecekte bütün dünya milletleri önünde cevap vermek durumunda kalabiliriz.
Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bütün dünya ülkeleri kendileri için bir tarih-kültür yaratma çabasındadırlar. Kuzey komşumuz Bulgaristan’da bu tarih-kültür yaratma çabası had safhadadır.
Biz ise bırakalım tarih-kültür yaratmayı, var olan kültürümüzü bile büyük bir süratle tahrip etmekteyiz. Geçmiş birikimler sanki bizim değilmişçesine reddedilmekte, bu topraklarda uzun yıllardır var olduğumuzu belgeleyen tanıklar-anıtlar yok edilmektedir.
Günümüz aydının en önemli görevi, mevcut kültürün muhafazasıdır. Türk milletinin bekası, mevcut kültürünün muhafazası ve ondan faydalanması oranında mümkün olabilecektir.
Türk Kültür Mirası’nın envanteri üç ana dalda yapılmalıdır.
1. Anadolu Türk kültürünün envanteri,
2. Türkler’den önceki Anadolu kültürünün envanteri,
3. Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan “Türk Kültürünün Araştırma ve Dökümantasyon Merkezi” kurulmalı ve bu merkez, günümüzün en son teknolojik imkânlarıyla donatılmalıdır.
Kültür mirasının envanteri:
a] Taşınır kültür mirası,
b] Taşınmaz kültür mirası olarak iki ana dalda toplanabilir. Özellikle taşınmaz kültür mirasının tespit ve tescili âcilen yapılmalı ve sonra da bu mirasın korunması için etkili tedbirler alınmalıdır.
Ülkemizde bugüne kadar taşınmaz kültür varlıklarının korunması konusunda hiçbir özendirici tedbir alınmamıştır. Bürokratik zihniyetle devlet gücüne sığınarak emredici hükümler -kanunlar ve yönetmelikler gibi- buyurmak, modern koruma anlayışıyla taban tabana zıttır.
Koruma anlayışı, toplumun benimsediği, kabul ettiği bir fikir olmalıdır (Cicero “... Atalarına ait hatıraların bulunduğu evin satmayı şerefsizlik sayan ve buna paha biçmeyi aklına bile getirmeyen Romalı’nın muhafazakâr tutumundan...” bahseder. Hiçbir Roma vatandaşı bu yüzden özel mülkiyet hakkında bu yolda fedakârlık isteyecek kanunlara itiraz etmez [Erder 1971, 52; Cug 1928, 244]). Bu sistemin temeli eğitimden geçer, küçük yaşta bu konuda eğitim gören kişiler, gelecekte her türlü düşüncelerini bu yolda kanalize edeceklerdir. Çünkü eğitimin temeli, iyi alışkanlıklar ise köklüdür ve kolay kolay değişemezler veya değiştirilemezler.
Tarihî çevrenin muhafazası ve fonksiyonel hale getirilmesi, diğer kültür mirasının korunabilmesi için de öncülük yapacaktır. Çünkü güzel, sağlıklı ve göze hoş görülen, iyi düzenlenmiş mekânlar kadar tesirli herhangi bir kültürel propaganda aracı düşünülemez. Günümüz dünyasının en iyisi düzenlenmiş Paris Egorges Pompidou Millî Sanat ve Kültür Merkezi’ni [Beaubourg] yılda ortalama 7,6 milyon insan ziyaret etmektedir. Dünyada kültür propagandasının en iyi yapıldığı merkez olan Disneyland’ı ise yaklaşık 25 milyon kişi gezmektedir, işte mekânın önemi...
Taşınır kültür mirasının envanterinin tutulması, korunması ve değerlendirilmesi ise ayrı bir çalışma gerektirmektedir. Yalnızca tespit ve koruma değil, kullanılabilir şekilde değerlendirme büyük önem taşımaktadır.
Cevdet Paşa “… Tarihten murat, olayların doğruluk ve yanlışlığını ve gerçek sebeplerini öğrenmek ve bunlardan ders almaktır…” demektedir (Cevdet Paşa 1302, 12). Günümüz dünyasında kültür mirasından ders almak bile yetersizdir. Alınan bu dersin nerede ve nasıl kullanılacağı da araştırılmalı, yeni üretimlerin yaratılmasında ve planlamasında kullanımları sağlanmalıdır.
Edebiyat, müzik, folklor, politika, hukuk, dil, sanat vb. alanlardaki kültür mirası tasnif edilmeli, korunarak değerlendirilmelidir. Avrupa toplumu böyle bir değerlendirmeyi yüzyıllar önce yapmış ve günümüzde bütün dünyanın beğenisi Avrupa kültür mirası üzerinde toplanmıştır. Amerika’daki teknolojik patlama bile bu kültürel miras üzerinde yükselmektedir.
Günümüzde Japonya, kendi kültürünü artan teknolojik ve ekonomik gücü vasıtasıyla yaymaya ve dünyaya kabul ettirmeye çalışmaktadır. İş disiplini, kendi kendine yeterli olma anlayışı, Uzakdoğu kültürlerinin temel özelliklerindendir. Bugün gerek Japonya gerekse Kore bu kültür mirasından hareketle başarı grafiğini yükseltmektedir.
Türk Kültürünü Araştırma ve Dökümantasyon Merkezi çeşitli seksiyonları bünyesinde toplamalıdır. Genelde bir büyük kurul ve taşınır kültür varlıklarıyla taşınmaz kültür varlıkları adı altında iki alt kurul teşkil edilmelidir. Merkezin kayıtları ve envanteri başlangıcından itibaren bilgisayara yüklenmelidir. Merkezde büyük kapasiteli bir bilgi bankası oluşturulmalıdır. Gerek yurt içinde-gerekse yurt dışındaki temsilciliklerimizde de yurt dışında kurulacak Türk kültür merkezlerinde haberleşmeyi ve bilgi yüklemesini sağlayacak terminaller kurulmalı, her türlü bilgi kabul edilmeli, ancak dışarıya çıkacak bilgiler değerlendirilerek, ülkemiz politik ve ekonomik görüşüne uygun olmak şartıyla çıkışa müsaade edilmelidir. Elde edilecek bilgiler ve envanter kayıtları kısa sürede geri dönüşe imkân verecek şekilde değerlendirilmeli ve ekonomik olarak kullanılabilmelidir.
Türk Kültürünü Araştırma Dökümantasyon Merkezi muhtar olmalı, başlangıçta bağımsız fonlarla beslenmeli ve kendi kendini finanse edebilecek hale getirilmelidir. Söz konusu merkez hükümetlerin değil, devletin genel denetim ve gözetimi altında bulundurulmalıdır. Böylece sık değişen hükümet politikaları yerine, uzun vadeli devlet politikası uygulanmalıdır.
Biz, artan nüfuz hızımızla tekrar çevremize yayılmak, genişlemek zorundayız. Günümüzde toprak olarak büyümenin imkânsızlıkları göz önüne alınırsa, ancak kültürel etkileşim yoluyla genişlemek mümkün olabilir.
Bu hayalin gerçekleşmesi için elbette beş-on yıl kâfi değildir. Fakat her şeye rağmen bir başlangıç yapılabilir. Biz bu işin millî temeller üzerinde planlamasını başlatabiliriz ve milletimiz, kültürümüz ve medeniyetimizin gelecekte devamı açısından tek yol olduğuna inandığım bu yolu güvenle takip edebilir.
KAYNAKÇA
Ceram 1974
C. W. Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, İstanbul, 1974.
Cevdet Paşa 1302
Cevdet Paşa, Târîh-i Cevdet, I, İstanbul, 1302.
Cug 1928
Edouard Cug, Manuel des Institutions Juridiques des Romains, Paris, 1928.
Erder 1971
Cevat Erder, Tarihi Çevre Kaygısı, Ankara, 1971.
Güvenç 1974
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, İstanbul, 1974.
Machiavelli 1984
Machiavelli, Hükümdar, İstanbul, 1984.